23 Ağustos 2011 Salı

öyle ya da böyle...

kaçıp gitme arzusu ile yanıp tutuşan bir beden sanırım herkesteki...


bazen İstanbul'da pek şehirlinin uğramadığı ara sokaklara bakıyorum, bakınıyorum. kadınlar merdivenlerde oturuyor, gittikleri yerler bazen dini sohbetler, altın günleri (artık gramaj bazında kabul günleri gerçekleşiyor)... çocuklar sokaklarda koşuşturuyor, sümükleri akınca kollarına sürüyorlar, kimse de "dur evladım mikrop kapacaksın" demiyor, çünkü mikrop kapmıyor, bünye alışmış, güçlü! derme çatma evinin dibinde yetiştirdiği 3-5 bitkiyi çapalıyor kadınlar, sonra kocalarıyla o çimleri neden çirkin biçtikleri ile ilgili kavga ediyorlar... yaşam sade, sığ, alçak (alçak; (1)engin, (2)aşağılık). aslında yaşadıkları durum onların nasıl adlandırdığına bağlı; "alçak(1)" mi yoksa "alçak(2)" mı?


aslına bakarsanız kimi zaman sade geliyor insana, "ne güzel hayat lan, tek derdi börtü böcek, çamaşır" diyorsun, diğer yandan da "yazık lan, hiç bir şey görmüyor, etmiyor kadınlar, kendi içlerindeler" diyorsun. ama şunu düşünmüyoruz; zaten kadın görmüyor ki...yani hakikaten görmüyor, bildiği hayat o! ve kendine kendi hiç de zavallı gelmiyor.


saf, sığ, alçak(1), sade...vs. yaşamı, -önceden alçak(2)'yi görmemek kaydı ile- kimi zaman gönülden sizin de istediğinizden eminim... şimdi sağıma baksam yeşillik olsa, bilmediğim bitkiler olsa, içini açsam yesem, içlerinden akan sıvıyı güneşte kurutup sakız yapsam daha güzel patlamaz mıydı sakız? patlamasa da öyle sansam olmaz mı? sonra soluma baksam deniz olsa, kulaç atmaya çalıştığımda deniz bir alçalıp yükselse, beyaz kum taneleri elimden kaysa, "tüh ne çabuk kayıp gitti" desem... tek derdim bu olsa... :)


alçak mıyız, yoksa alçak mıyız?

Hiç yorum yok: